Home Up ΕΝΤΥΠΩΣΕΙΣ ΠΕΡΙΕΧΟΜΕΝΑ ΕΙΚΟΝΕΣ 1821 &  Μ. ΡΕΥΜΑ

Mega Revma

    Home Up

                                        

MEGA REVMA (ARNAVUTKÖY)

Arnavutköy, Istanbul'un en eski yerleşim yerlerinden biridir. Antik dönemde ismi ESTIE idi. Bizans döneminde önemli bir ibadet merkezi olmuş ve ismi PROMOTU veya ANAPLOUS olarak bilinmektedir. Imparator Konstantin burada içinde mozaik ikonu da bulunan Ayios Mikael kilisesini yaptırmıştır. Köyün Arnavutköy adını hangi nedenle ve ne zaman aldığı kesinlikle bilinmemektedir. 

Fatih Sultan Mehmet

Bir rivayete göre, Fatih Sultan Mehmet'in Arnavutluk'a egemen olmasından sonra yöreden getirilen Arnavutlar bu semte yerleştirilmiştir. Bir Arnavut cemaatinin, o zamanlar bakımsız, harap ve yarı metruk olan bu sahile yerleştirilmesinin tarihi olarak 1468 verilmektedir. Osmanlı arşiv belgelerinde Arnavutköy adına ilk kez 1568'de rastlanmaktadır. Arnavutköy'ün daha 16. Yüzyılda Istanbul'un en ünlü mesire yerlerinden biri olduğu, bağları ve bahçeleri bulunduğu, nüfusunun 19. Yüzyıl ortalarına kadar Rum ve Musevilerden meydana geldiği, uzun süreler  bakımlı, canlı bir Rum köyü olarak kaldığı bilinmektedir.

Evliya Çelebi, Arnavutköy'den bahsederken "Ekmeğinin ve peksimedinin beyaz, Yahudilerinin sahib-i zevk ve ehl-i saz, Rum Hiristiyanlarının kavmi-I laz, cemaatı müslimin gayet az" olduğunu yazar. Şimdi ayakta olan, çoğu bitişik düzen ve üç-dört katlı, ahşap evler geçen yüzyılda yapılmış. Semt meydanındaki Taksiarhes Kilisesi 1870 'lerde yapılmıştır. Köydeki ilk cami Sultan II. Mahmut döneminde 1832'de yapılmış, semt karakol binası ise Sultan Abdulmecit döneminde, 1843'de yapılmıştır.1912 yılına ait kayıtlara göre, Arnavutköy'de 

493 Müslüman, 
5973 Rum, 
342 Ermeni, 
32 Musevi ve 
642 ecnebi  

yaşamaktaydı.

Kanuni döneminden itibaren semtte kurulan panayırların 1940'lara dek sürdüğü bilinmektedir. Arnavutköy sırtlarındaki çilek tarlaları, 1960'lara dek korundu. Hamen semt, çok sayıda restoran, gazino ve kahvelerle Boğaz'ın canlı bir yaşam ve eğlence merkezi görünümdedir. 1980 sonrasında, yalıların önünden ve denizin içinden geçen "kazıklı yol" gibi düzenlemelere karşın, Boğaziçi'nin SIT alanı olarak ilan edilmesiyle Arnavutköy'ün dokusu korunmuştur. Tarihi eser olarak tescil edilen ahşap evlerin görünümleri aynen muhafaza ediliyor. Istanbul'da hızla kaybolan "mahale" dokusu, tüm değişime rağmen, hala geçerliliğini koruyor. Bu nedenle, Arnavutköy'ü kurtarma çabası sadece soyut bir korumacılık değil, aynı zamanda pek az örneği kalmış bir kentli yaşam üslubunu devam ettirme çabasıdır.

Kaynak : Turk Basini - Internet.  

horizontal rule

Mega Revma - Arnavutköy
Çilek kokulu köy

 Figen Nalan Özkan

Bereketli tarlaların havaya yaydığı buram buram çilek kokusu, yemyeşil bağlar ve bahçeler, balıkçı takaları, iyot kokusu, küçük midyeler, yalılar, ahşap evler, ünlü meyhane ve tavernalar, Rumlar, ayazmalar, dostluk, sevgi ve paylaşım... Bütün bunlar Mega Revma’nın yani Arnavutköy’ün insanlarının bir dönemine tanıklık ediyor.

Yıllar birçok güzelliği alıp götürmüşse de, şimdi Arnavutköylüler "yurttaşlık bilinci"yle geçmişine sahip çıkıyor. Bunun en somut örneği de 3. Boğaziçi Köprüsü’ne gösterdikleri tepkiden ve semtin her yerine astıkları dev pankartlardan görülüyor.

Mega Revma - Agios Onoufrios

Arnavutköy, Estie, Anaplo, Mihalion ve Mega Revma gibi farklı isimlerle anılmış. En bilinen "Mega Revma" dönemi ise Rumca "Büyük Akıntı" anlamına geliyor. Denizciler, Boğaz’ın bu kesimindeki akıntının şiddetli olduğunu bilirler. Eskiden kayıklar, Akıntı Burnu’na gelince kürekler bırakılır, kıyıya ip atılır, üç – dört yedekçi bu ipe asılır, akıntıdan kurtuluncaya kadar küreklere yapışılırmış.

Kuruçeşme ve Akıntı Burnu arasında yer alan Arnavutköy, günümüze kadar uzanan serüveninde koca bir tarihi sırtlamış, pek çok hikayeye tanıklık etmiş; yüzlerce Yunanlı, Rum, Ermeni, Arnavut ve Yahudi'ye ev sahipliği yapmış. Biz de bu tanıklığın izleri peşinde Arnavutköy’ün dar ve buğulu sokakları arasında dolandık...

Kokulu çilek

Mega Revma döneminde Arnavutköy’de yaşayanların çoğunluğu Rum. Geçimini balıkçılıkla sağlayan halk, tuttukları balıkları "pazar kayığı" adı verilen kayıklarla taşır ve İstanbul'un çeşitli semtlerinde satarlarmış. Denizden çıkan taze balıklar, çoğunluğunu Rumların işlettiği meyhanelerde birbirinden enfes mezeler ve midye dolması eşliğinde sofraları süslermiş. Nice şairi, bestekarı, yazarı konuk eden bu meyhanelerde zurnacılar, laternacılar, kemençeciler müzik icra ederlermiş.

Dalgaların kıyıyı bir balyoz gibi dövdüğü tertemiz sudan çıkan pavuryaların ve istakozların yerine bugün az da olsa çinekop, kefal, mezgit ve hamsi alıyor. O ünlü Rum meyhaneleri ve tavernaların yerinde ise çok sayıda kafe, bar ve restoran bulunuyor. Geçmişte meyhanelerde tınlayan laterna, buzuki ve kemençe seslerinin yerini, bugün elektronik müzik alıyor.

19.yüzyıla kadar Arnavutköy tepelerinde kiraz yetiştirilirken, İpsilante ailesi tarafından bu topraklarda çilek üretilmiş. Ünü kısa sürede yayılan bu küçük, açık pembe renkli ve mis kokulu çilek türü küçük sepetlere konulur ve Arnavutköy’ün mütevazi semt meydanında satılırmış. Buram buram çevreye yayılan çilek kokusu ince dar kıvrımlı sokaklarda aşkları perçinlermiş. Meşhur nam-ı diğer Osmanlı çileği, 1960’lı yıllarda çarpık yapılaşma, hızla gelişen göç ve betonlaşma nedeniyle ortadan kalkmış.

Köyün yerlileri: Lazaros ve Fani Karipi

Konu çilek olunca, Arnavutköy’ün nadir yerlilerinden biri olan Lazaros Karipi de bu eşsiz meyveyi unutamayanlardan. Aslında çilek bahane. Gençliğine uzayan serüvende Arnavutköy’ün sunduğu dostluk, sevgi ve paylaşımı çağrıştıran bir tat.

Karipi, miladi 1336 doğumlu. Hafif Batı Müziği Derneği kurucularından eski bir gitarist. Yıllarca Arnavutköy tavernalarında Rumca, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca şarkılar söylemiş.

Oldukça güleryüzlü ve şefkatli; dahası yılların ondan aldıklarına aldırmaksızın tebessüm dolu bir ifadeyle anlatıyor: "Babam balıkçı idi. Buram buram çilek kokardı Arnavutköy. Ne muhteşemdi! Tarlalardan toplanan çilek sepetlere konur; semtin ufak mütevazi Çarşısında sergilenirdi."
Tabii ki Lazaros Bey’in anımsadıkları bu kadar değil. Deniz, yıldızlar ve balıkçı takaları tanık olmuştu sanki yaşananlara. Bir zamanlar sevgi ve dostluk hakimmiş sokaklara..."Kapılarımızı hiç kapatmazdık" diye ekliyor kızkardeş Fani. Öylece yatar uyurlarmış; ya şimdi ?.. "Herkes birbirine ikramda bulunur, sabah çayları yudumlanır ve çilek zamanı yapılan tatlılar ev ev dolaşırdı. Hepimiz bikiniyle denize gider, evlerimize dönerdik. Kimse dönüp yan gözle bakmazdı ki! Semt pırıl pırıldı; sokaklar granit taşı kaplıydı."

Lazaros Bey ve Fani Hanım, babadan kalma bahçe içinde bir ahşap evde oturuyorlar. Geçmişi yad edip; bir zamanlar ince kıvrımlı, merdivenli yollarda çınlayan çocuk gülüşleri, bağırışmalar, genç kızların ve delikanlıların kaçamak bakışları, kahvehanede oturanlar ve eski dostlar bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyor. Kimbilir o sokaklarda kaç sevdaya tutulmuş, kaç sevgiliye şarkılar bestelemişti Lazaros Bey.

Kaynak : Internet.  

horizontal rule

DIĞER TÜRKÇE SAHİFELER

 

 

Home ]
Last modified: ΦΕΒΡΟΥΑΡΙΟΣ 22,  2021