| |
Rumlar ve Rum Kültürü
Türkçede
Rum denince, Hıristiyan Ortodoks mezhebinden olan ve Yunanca konuşan kimse
anlaşılır. Rum, Romeos (Romalı) sözcüğünden bozularak günümüze ulaşmış bie
terimdir. Tarih içinde siyasi, ekonomik, kültürel anlam değişikliklerine bağlı
olarak başka anlamlarda da kullanılagelmiştir.
-
Rum Cemaatleri
-
-
-
-
-
-
-
-
İstanbul, Osmanlılar tarafından
fethi sırasında yağmalandığı ve halkı köle olarak (bir kısmı İstanbul dışına)
satıldığı için II. Mehmed kenti
yeniden canlandırmak gereğini duydu. Kentin nüfusu zaten fetihten önce de
iyice azalmıştı; Rumların sayısı 50.000 kadardı. Yeni sakinler Müslüman
Türkler ile çeşitli Hıristiyan topluluklardan oluştu.
-
Rumlar genel olarak denize
yakın ve Müslüman halkın yaşadığı merkezlerden uzak yörelerde
yerleştirildiler. Sonradan İstanbul'a
gelen Rumlar da aynı yörelere yöneldiler. Bu yerleşim bölgeleri eski
kiliselerin bulunduğu yerlerden saptanabilir. Beyoğlu'nun daha oluşmadığı
19. yy öncesinde Epirliler (genelde ekmek fırını işletirlerdi ya da
öğretmendiler) Ayios Demetrios ve Ayios Yeoryios kiliselerinin etrafında,
yani Edirnekapı'da Fevzi Paşa Caddesi ile surlar arasındaki Sarmaşık'ta
yaşardı.
-
İnşaat işçileri Vlanga'da (Yenikapı'da)
Ayios Teodoros Kilisesi civarında; Kaşıkadalı (Marmara Adası'nın
yakınındadır) kayıkçılar Hasköy'de Ayia Paraskevi yakınında; Sakızlı tüccar
ve gemiciler Galata'da İoannes Prodromos Kilisesi etrafında ve ayrıca
Tatavla'da (bugün Kurtuluş), Haliç'te Yemiş İskelesi'nde; Manililer de (Güney
Moralı) Tatavla'da; içkili aşevlerini işleten Konyalılar da Galata'nın Ayios
Nikolaos Kilisesi yakınında bulunurdu.
Kapadokyalı Karamanlılar Samatya'nın
batısında Ayios Konstantinos Kilisesi civarında, Midillililer Kondoskali'de
(Gedikpaşa), On İki Adalı kayıkçılar, Simi Adalı dalgıçlar ve Kalimnoslu
süngerciler Galata'nın Balıkpazarı'nda yaşarlardı. Fener bölgesi ise daha
çok bir tür "Bizans'' nüfusunu barındırırdı.
-
Surlar dışındaki kimi İstanbul
yörelerinde Rumlar nüfusun önemli bir kesimini ya da çoğunlugunu oluşturdu.
Galata'da Batılı tüccarlar ve gene
ticaret yapan Yahudilerle Rumlar yarışırdı. Yarış hem ticaret alanında hem
de "lüks" bir yaşam sürdürme alanında oldu. Üsküdar'da Rumlar Anadolu
ticareti alanında çalıştılar. 17. yy'da Rum tüccarlar Fransız tüccarlarıyla
rekabet etti, Rumlar ayrıca Kuruçeşme, Arnavutköy, Yeniköy, Tarabya,
Büyükdere, Çengelköy gibi yörelerde de yoğun olarak yaşadılar.
-
Osmanlı Devleti içinde Rumların
en yoğun yaşadıkları bölge İstanbul'du. Kenar semtlerdeki genellikle küçük
ve gösterişsiz olan kiliselerin etrafında barınan Rumların üst ve daha
zengin kesimini, 18. yy'da tüccarlar, inşaat ustabaşıları, doktorlar,
kuyumcular, saatçiler, tercümanlar oluşturdu. Bütün bu insanlar Rum milleti
olarak "millet başı" olan patriğin yönetimi ve sorumluluğu altında yaşamakla
birlikte kendilerine özgü "yerel cemaatler" de (koinotes) oluşturdular.
Bu yerel cemaatlerle ilişkili bize
varan bilgiler özellikle 18. ve 19. yy'daki cemaatlerle ilgilidir.
Kendilerine özgü bir örgütlenme ve yönetim biçimi sergileyen bu cemaatler
mahallelerde, köylerde ve adalarda görüldü.
-
Bu yerel cemaatlerin kökeni
hakkında farklı görüşler vardır. Kimi
tarihçilere göre antik dönemlerden beri süregelen bir toplumsal örgütlenme
biçimiydi; kimilerine göre Osmanlı yönetimi sırasında genellikle vergilerin
toplanmasını daha kolay kılmak için oluşturulmuş bir yönetim birimiydi; ya
da Bizans döneminde yerel gereksinmeleri karşılamak için oluşturulmuşlardı.
Kökenleri ne olursa olsun, bu küçük toplumsal birimler çok önemliydi. Rumlar
yerel cemaatler içinde kimi alışkanlıklar ve inançlar edindiler; Ortodoks
olmaları, millet sistemi içinde öteki milletlerden ve özellikle Müslüman
topluluklardan ve devletten ayrı bir kimlik taşımaları, toplumsal bir birim
olarak var olmak ve etkili olmak için örgütlü olmak gerektiği gibi. Bu yerel
cemaatler vergi toplayan, yaşlılarını, yoksullarını koruyan, üyeleri
arasındaki davaları halleden bir tür küçük özerk toplumsal birimler gibi
çalıştılar.
-
Rumlar içinde yerel cemaatlere
paralel olarak loncalar da gelişmişti.
Dar meslek çıkarlarını korumak için kurulan
bu loncalar din gruplarına göre ayrı ayrı örgütlenmişti. Ancak bu bir kural
olmayıp, örneğin kürkçülerde olduğu gibi Müslüman ve Hıristiyan ortak
loncalar da vardı.
-
Rumlar içinde Patrikhane ve
Fenerlilerin bir bölümü tutucu güç sayılabilir.
Osmanlı Devleti ve egemen güçlerle işbirliği içinde olan Patrikhane üst
düzey yöneticileri ve Fenerlilerin ileri gelenlerinin bir bölümü Batı'da
ortaya çıkan yeni aydınlanmacı-cumhuriyetçi ideolojinin karşısında yer
almışlardı. Zaten yeni gelişmeler onları, geleneksel ayrıcalıklara sahip
olan ''aristokrasiyi" ve ruhban sınıfını hedef almıştı. Patrikhane ve
Fenerlilerin bir bölümü Yunanlıların demokratik bir düzen doğrultusundaki
eylemlerine karşı çıktılar. Patrik Grigorios önce risaleler yayımlayarak
demokratik güçlere karşı ideolojik bir mücadele başlattı ve nihayet
ihtilalcileri aforoz etti. Özellikle aristokrasiye karşı olan, soyluların
kellelerini, topraklarını alan, kilisenin servetine el koyan ve ''aşağı"
sınıfları söz sahibi kılan yeni yönetim anlayışına karşı çıktılar.
Fetihten önce
-
MÖ 7. yüzyılda
Boğazlar çevresine ilk yerleşenlerden Megaralılar, kentlerine,
komutanlarının adı olan Bizas'ın adına atfen Bizantion dediler. MS 2.
yüzyılın sonunda kenti ele geçiren Roma İmparatoru Septimius Severius'un
karısı İmparatoriçe Antonnina'nın adı verildi. Nihayet 1. Constantinus
zamanında, 11 Mayıs 330'da, kentin yeni kuruluşu kutlandı ve yeni adı resmen
Constantinopolis olarak, Yeni Romalı dönemine başladı.
Constantinopolis'te yaşayan halkın kendisine Roma vatandaşı anlamında
Rum demesi, Caracalla'nın, 212'de ilan ettiği ve Roma İmparatorluğu
içinde serbest yurttaş olan (köle olmayan) tüm halkı eşit yurttaş sayan
tarihi kararına kadar eskilere götürülebilir.
Resmi dili Latince
olan Doğu Roma'nın başkentine ''Yeni Roma'' da denmişti.
-
Constantinopolis
halkı Bizans döneminde kendisine "Rum" -Romeos-, Doğu Roma
İmparatorluğu'na da Romania; kullandıkları dile ise Yunanca -Hellence-
diyordu. Bu dönemin ayırıcı kimliğinde iki özellik göze çarpar: Ortodoks
mezhebi ve bu dinden de kaynağını alan Yunanca.
-
Bizans ve Çevresi
-
9-13. yy'larda
Rumları tehdit eden iki düşmanları vardı: Batıda Katolik dünya ve Doğu'da
İslam dünyası. Bizans devleti ve halkı Doğu'dan ve Batı'dan sıkıştırılmakta,
bu güçlere karşı toprak ve gelir kayıpları vererek gerilemekteydi. Bu
dönemin edebi ve dinsel metinlerinde bu korkunun izlerine rastlanır.
-
Batı'da,
Constantinopolis'i yeniden ele geçirmek amacıyla bir Haçlı seferi
hazırlıklarının arkası kesilmemişti. Batı'yı durdurmak için en etkili
silah, Katolik ve Ortodoks kiliselerin birleşmesi formülüydü; yani
Katoliklerin ilkeleri ve Papa, Bizans'ın Ortodoks halkı tarafından tanınacak,
Batı'nın mezhep sapkınları suçlaması etkisiz kılınacaktı. Bizans,
yaşamının son dönemlerinde bu konuyu hep açık tutmuştu.
14. yy'da Bizans, Türkler ve Sırplar'a süregiden toprak kayıplarından sonra
artık bütünüyle güçsüz ve etkisiz bir devlet durumuna düştü. Osmanlı
toprakları ortasında kalan Konstantinopolis'in yöneticileri son ana kadar
kiliselerin birleşmesini gündeme getirerek kurtuluşu Batı'da aradılar.
Aralık 1452'de Ayasofya'da, papanın temsilcileriyle birlikte Katolik ayin
yapıldı, İmparator birleşmeyi bir kez daha ve yeniden onaylarken, halk ve
kimi din adamları aynı anda Pantokrator Manastırı'nda kendi mezheplerinden
yana ayin yapıyorlardı. Her şeyin bittiğinin belli olduğu 28 Mayıs 1453
gecesi imparator ile halkın bir arada Ayasofya'da yaptıkları son ayin ise
Ortodoks geleneğine göre yapıldı.
-
Anadolu'nun
Türkleşmesi
-
Rum dünyasının Türk
yönetimi altına girmesi Constantinopolis'in alınmasından çok önce, 11.
yüzyılda Türklerin Anadolu'ya girmesiyle başlamıştı. Bu dönemden başlayarak,
Rumların tarihi doğrudan ve kesintisiz bir biçimde Türklerle ilişkilidir.
Anadolu'da Rum toplumunun Türk-İslam yönetimi altında yaşamaya başladığı
döneme sonraları Turkokratia (Türk yönetimi) demişler ve böyle bir
egemenliğin bilincini taşımışlardır.
-
Türk boylarının
Anadolu'ya yönelmelerinin ideolojik gerekçesi cihattı. Bu topraklarda iki
farklı toplum karşı karşıya gelmişti: Yerleşik Hıristiyan toplum ve göçebe
ya da yarı yerleşik bir toplum olan Müslüman Türkler. Güçsüzleşen ve
yoksullaşan Bizans devletinin ordusu direnemiyordu. Ağır vergiler altında
ezilen Rum halkı ise Türkler'in ilerlemesine karşı çıkmıyordu.
-
1373'ten sonra
Bizans artık Osmanlıların vasalı durumundaydı; hareket özgürlüğünü bütünüyle
yitirmişti. Osmanlılar Constantinopolis'teki taht kavgalarında söz ve karar
sahibiydiler. Venedik ve Cenova'nın yönetimindeki eski Bizans topraklarında
yaşayan Rumlarla, Anadolu'da Türklerin egemenliği altında yaşayan Rumların
ekonomik ve dinsel özgürlükler açısından kıyaslanmaları İstanbul Rumlarınca
da yapılıyor, tercih terazisi çoklukla Türklerden yana ağır basıyordu. Türk
yönetimi altında yaşayan Rumlar ikinci sınıf halk muamelesi görüyordu, kafir
sayılıyor, cizye ödüyor, çocuklarını devşirme usulü yüzünden
kaybedebiliyordu; ama gene de koşullar göreceli olarak daha iyiydi. Türk
egemenliğine giren yerlerde Bizans yasaları bütünüyle yürürlükten
kalkmamıştı, din ve ticaret alanı daha serbestti, köylünün vergileri ve
angaryaları Latinlerin egemenliğindeki yörelere göre daha hafifti.
İmparatordan sonra en önemli kimse olan Lukas Notaras'ın ünlü
Latin başlığını görmektense kentin içinde Türk'ün sarığını görmek daha
iyidir! sözü bu kıyaslamanın özetidir.
-
Yaklaşık 400 yıl
içinde (1071-1453) Anadolu Rum nüfusunda büyük bir düşüş oldu. Özellikle
Anadolu Selçuklularının ortadan kalkmasından sonraki karışıklıklar,
istikrarsızlık ve güvensizlik yıllarında nüfus azalması hızlı olmuştur. Ürün
talanları ve köleleştirmeler bu dönemde sıklaşmış ve büyük yerel cemaatler
erimiştir.
-
Selçuklu
Döneminde Durum
-
Anadolu
Selçuklularının ve sonraları Osmanlıların Anadolu'ya egemen olmalarıyla,
Anadolu'da yaşayan Rumlar politik ve kültürel merkezleri olan
Constantinopolis'in, Rum yönetici "aristokrasisi''nin, Ortodoks kilisesinin
ve genel olarak Bizans'ın ekonomik etkilerinden ve etkinliklerinden yoksun
kalmışlardı.
Kilise bir yanda topraklarının ve gelirlerinin büyük bir bölümünü kaybetmiş,
devletin lojistik desteğinden yoksun kalmış ve ayrıca daha önceleri Bizans
bürokrasinin üstlendigi kimi devlet görevlerini de -yargı, cemaatin
vergilerini toplamak gibi- üstlenmek zorunda kalmıştı.Rumlar, ikinci sınıf
halk olarak görüldü. Ortodokslar kimi ek vergiler verirdi, bu cemaate pek
anlamı olmayan ve yalnız düşük statülerini vurgulamaya yönelik kimi ilkeler
-giyimde zorunlu renkler gibi- uygulanırdı, adalet önünde Müslümanlarla eşit
konumda değillerdi, arada devşirme yöntemi ile çocuklarından oluyorlardı. Bu
ikinci sınıf cemaat statüsü, Rumların kendi (dinlerinden ve soyundan olan)
devletlerini yitirmelerinin kaçınılmaz sonucuydu. Bu koşullar altında halkın
büyük bir bölümü genellikle "serbest iradeleriyle'' dinlerini değiştirip
Müslüman oldu.
-
Birkaç yüzyıl içinde
"Diyar-ı Rum'', Türklerin yeni yurduna dönüştü.
-
Osmanlı Dönemi
-
1453'te Konstantinopolis'in
fethinden sonra Rumların yaşamında köklü değişiklikler oldu. Cemaatlerin
varlığı, dinleri ve kimi hakları resmen tanındı; Fatih, Teodoros
Agallianos'un söylevlerinden anlaşıldığına göre, Bizanslı danışmanlarının
tavsiyesi doğrultusunda Ortodoks kilisesini yeniden kurdurdu.
Kiliselerin birleşmesine karşı çıkmış olan II Gennadios Sholarios
köle olarak satılmış olduğu Edirne'de bulunmuş, İstanbul'a getirtilmiş,
Bizans geleneklerine uygun bir biçimde yeniden toplanan sinod tarafından
patrik seçilmiş ve (gene Bizans'ta olduğu gibi) devletin başı olan sultanın
da onayı ile tahtına oturmuştu.
-
İki cemaat, yani
egemen ve Müslüman olan "yöneticiler''in cemaatiyle savaşta yenilmiş ama "boyun
eğdikleri'' için varlıklarına izin verilmiş olan Ortodoks cemaat,
İstanbul'da bu eşitsiz ilişkileri sürdürüp yeniden üreterek yaklaşık 500 yıl
bir arada yaşadılar.
-
Sultanın bir beratla
tanıdığı haklara imtiyazlar dendi.
Güçlenen İstanbul kilisesi,
Batı'nın Katolik dünyasına karşı bir zırh gibi kullanıldı, devletle
işbirliği içinde, Ortodoksların aralıklarla İslam'a geçmelerine engel
olamamakla birlikte, kiliselerin birleşmesi hesaplarına son vererek
Katolikleşmeyi engelledi. Ortodoks Patrikhanesi İstanbullu Rumların bugüne
dek süren en eski kurumlarıdır. Bizans'ın devamı sayılırsa yaklaşık 17
yy'lık bir yaşamı olmuştur.
-
-
Patrikhane
-
II. Mehmed'in
sağladığı haklara göre kilisenin ve cemaatin başında sinod tarafından
seçilen millet başı patrik vardı.
Patriğin tüm Ortodoks halkların
üstünde mutlak ruhani ve idari yetkileri vardı. Kilise, evlilik, miras gibi
özel hukuk alanındaki davalara bakabilirdi. Sonraki yıllarda patrikler vergi
işlerine de karışmaya başladılar. Patrikhane üç yönetim biriminden oluşurdu:
Sinod, sinodun seçtigi patrik ve Patrikhane'nin ileri gelenleri. Ancak
yönetime, sonraları Fenerliler sınıfını oluşturacak olan cemaatin
zengin ve güçlü sivilleri, Katolik ya da Protestan yabancı büyükelçiler ve
Osmanlı yöneticileri de karışırlardı.
-
Patrikler
genellikle devlete sadık kaldılar.
Ancak özellikle 1565-1620 arasında, Venedik, İspanya, Papa gibi
Batıcı bir tutum içine giren patrikler de görüldü. Başkaldıran din adamları
ise gene genellikle Batı'da eğitim görmüş, Rönesans'ın da etkisinde kalmış
olan kimselerdi.
II. Mehmed'in sağladığı imtiyazlar sonraki yıllarda aynı içtenlikle
sürdürülmedi. 1521'de İstanbul'da zorla İslamlaştırma girişimleri oldu,
1586'da ise Patrikhane'nin kilisesi camiye dönüştürüldü. 17. yy'ın ikinci
yarısında, Girit Savaşı (1645-1669), Venedik'in Mora seferi (1684) ve
Avusturya Savaşı (1682-1699) yüzünden Osmanlı yönetimi Hıristiyanlara karşı
tutumunu sertleştirdi. Bu dönemde iki patrik (II. ve III. Partenios) asıldı.
-
Osmanlı yönetimi
Rumların Batı Avrupa'daki Hıristiyan dünyası ile ilişkiler kurmasına,
onlardan etkilenmesine ve özellikle onların inançlarını ve yöntemlerini
benimsemelerine hoşgörüyle bakmadı.
Zaten Rumlara sağlanan
ayrıcalıkların temel amacı Ortodoksların Batı'yla olası bir işbirliğini
engellemekti.
1484'te patrik,
1439'da varılmış olan kiliselerin birleşmesi kararını resmen bozdu.
Katoliklerle ilişkiler koptu. Papanın eylem alanı, Osmanlı topraklarının
dışında tutuldu.
-
Kilise ve Patrikhane
kurumu, yönetim biçimi ve anlayış olarak 19. yy'a kadar göreli bir
süreklilik sergiledi. Kilise-devlet ilişkilerinde kesin bir çatışma ve
karşıtlık görülmedi. Avusturya ve Rusya gibi yabancı güçlerin girişimleri ve
baskılarıyla Ortodokslara kimi ek haklar tanınmış, Rumların hakları yeniden
doğrulanmış, kilise kurma hakkı tanınmıştı. Ancak 19. yy'a girerken Osmanlı
Devleti'ne karşı Rumların direnci başladı. Kosmas Aitolos (1759-1779) dini
kullanarak cemaat kimliğini vurguladı ve idamına kadar bir tür etnik bilinci
yaygınlaştırmaya çalıştı..
Osmanlı yönetimi de kiliseye
karşı daha kuşkulu oldu.
-
Yunan İhtilali
ve Fener Döneminin Sonu
-
1821 'de Yunan
ihtilali ile ''Fener dönemi" aniden son buldu. Patrik Grigorios
sorumlu cemaat başı sıfatıyla, başka din adamları ve halktan kimseler ise
gözdağı verme amacıyla idam edildi. Osmanlı yönetimi Fenerlilere artık
güvenmedi, onları voyvodalık ve tercümanlık işlerinde kullanmadı. Karşılıklı
güvensizlik, Osmanlı yönetimiyle Fenerliler arasındaki çatışmayı körükledi.
Yunan ihtilali ile İstanbul'da başlatılmış olan sindirme hareketinin
sonucunda Fenerlilerin bir bölümü Batı'ya, Rusya'ya ya da isyan bölgesi olan
Mora'ya kaçtılar.
-
Fenerlilerin tarih
içinde ikili işlevleri olduğu söylenebilir. Bir yanda kültür alanında, yani
dil, yazı, edebiyat ve düşünce alanındaki katkılarıyla Yunan ulusçu
gelişmelerinin temelini attılar, hatta Rumların örgütsel piramitinin başında
bir tür yönetim özerkliği oluşturarak gelecekteki devlet örgütlenmesinin ilk
nüvelerini ve deneyimlerini başlattılar, öte yanda ortaya çıkan ''çağdaş"
düşüncelere karşı bir tutum içine de girdiler. Fenerliler kültür alanında
ilerici, siyasal alanda tutucu oldular. Örneğin, bu ikili özelliği
sergileyen bir Fenerli aydın D. Katarcis- Fotiadis'tir (1730-1807).
İstanbullu Rumların da bu iki farklı görüşün arasında bölündükleri ya da
bocaladıkları söylenebilir.
-
-
Yunan
Devletinin Kuruluşu
-
-
1829'da Yunan
devletinin kurulması Rumların yaşamında önemli bir aşamadır. O güne dek
Osmanlı yönetimince bir cemaat olarak algılanan Rumlar, birden yabancı bir
devletin, Yunan devletinin uzantısı, hatta beşinci kolu diye algılanmaya
başlandı. ''Devlet" bu cemaate karşı güvensizlik duydu; Rumlar da devlete
karşı yabancılaşmaya başladı. Fenerlilerin ve genel olarak Rumların devlet
görevleri üstlenmeleri kısıtlandı.
İstanbul'daki tutucu Rum kesimle yeni kurulan ulusçu Yunan devleti arasında
sürtüşme uzun süre gündemde kaldı. Yunan devletinin ilk eylemlerinden
biri İstanbul Patrikhanesi'nden bağımsız kendi özerk kilisesini kurmak oldu.
İki kilise arasındaki ilişkiler ancak 1850'de normale döndü.
-
İstanbul
Patrikhanesi çevresi, Yunanistan'da gelişen ulusçu düşüncelere herhalde
hiçbir zaman tam olarak katılmadı. 1840'larda ortaya çıkan Megali İdea
yani tüm Yunanlıları ve yaşadıkları yöreleri yeni kurulan devlete katma
düşüncesi, Patrikhane tarafından benimsenmedi. Patrikhane, kimi İstanbullu
soylular, zenginler ve aydınlar, Osmanlı çatısı altında ama Ortodoks ve
Rum olarak yaşamayı yeğlediler. Bu hareket kimi zaman Helen
Osmanlılığı olarak da dile getirildi. Bu görüşün taraftarları Osmanlı
Devleti'nin güvenini yeniden kazanarak 19. yy'ın ortalarından başlayarak
devlet yönetiminde önemli mevkiler kazandılar.
Ortak bir Türk-Yunan devletinin kurulması için 1908-1912 arasında İon
Dragoumes (1878-1920) ve Atanasios Suliotes-Nikolaides (l878- 1945)
İstanbul'da politik bir eyleme girişen illegal İstanbul Örgütü'nü
kurdular.
-
Rumların
Siyasal,
Hukuksal Konumları:
-
Rumlar, Osmanlı
Devleti'nin "millet sistemi" içinde özel bir statüde yaşadılar. 19. yy'a
kadar Rumların ayrı ve "aşağı" konumda olduğunu gösteren uygulamalar, genel
hukuk, yönetime katılma, din ve evlilikler alanındaydı. Mahkemede
gayrimüslimlerin şahitligi ikincildi. Gayrimüslimler özel vergiler öderlerdi;
ticaret hakkı ve izni almak için Hıristiyanlar Müslümanlara kıyasla, az da
olsa daha fazla vergi ve daha yüksek gümrük vergisi öderlerdi. Asker, subay
ve devlet memuru olamazlardı. Hıristiyan kimliklerini koruyarak
üstlenebilecekleri devlet görevleri, yabancı dil gerektiren kimi danışmanlık
görevleriyle, genellikle 18. yy'dan sonra, voyvodalık ve tercümanlıkla
sınırlanmıştı. Yeni kilise kurmak yasaktı; onarımlar izne bağlıydı.
Hıristiyan erkeğin Müslüman bir kadınla evlenmesi yasaktı; Müslüman erkek
gayrimüslim bir kadınla evlenebilirdi. Yasaya uymayanlar idam ya da linç
edilirdi. Karma evliliklerde çocuklar Müslüman olurlardı. Hıristiyanlıktan
Müslümanlığa geçme serbest olmakla birlikte, ters yönde bir din değiştirme
ölümle cezalandırılırdı.
Rumlar sakal bırakamazdı, belli renkte giysiler giymeleri gerekirdi,
kaldırımda yürüyemez, ata binemezlerdi. Evleri taştan ya da çok katlı
olamazdı. Kürk giymeleri izne bağlıydı, Hıristiyan efendisi olan köle
Müslümanlığı seçtiğini dile getirdiğinde salıverilmesi gerekirdi.
-
Rumlar, siyasal
haklarının sınırını genişletmek için kimi zaman Osmanlı yöneticilere
ricalarda bulundular, zorladılar, bazen de Osmanlı sınırları dışında
ittifaklar aradılar. Yabancı devletler bu durumu fırsat bilip Hıristiyanları
koruma bahanesiyle Rumlardan (ve genel olarak gayrimüslimlerden) yana
girişimlerde bulunup Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karıştılar. Sonuçta bir
Müslüman-Hıristiyan mücadelesine dönüşen ve dış güçlerin istismar ettiği bu
siyasal mücadele, Rumlarla Osmanlı Devleti arasında kuşkuyu, güvensizliği
artırdı ve toplumsal huzuru bozdu.
-
-
Azınlık
Haklarında Reformlar
-
Osmanlı yöneticileri
genellikle Batı'ya hoş görünmek ve baskılardan kurtulmak amacıyla,
ama köklü bir siyasal değişikliğin yararına pek inanmadan, özellikle 19.
yy'da bir dizi reformlara giriştiler. Gönülsüz yapılan reformlara
Müslüman halk destek olmadı; hatta yer yer karışıklıklar çıktı, protestolar
görüldü. 1839'da Tanzimat Fermanı ile "can, ırz, mal güvenligi"
sağlanacağı, vergiler ve askerlik konularında Müslümanlarla sair
milletler arasında eşitlik tesis edileceği ilan edildi. Gerçekten de
1840'ta Ceza Kanunnamesi'nin yürürlüğe girmesi ve idare Meclisleri'nin
kurulması ile Rumlar yerel yönetimlere kısmen katılmaya başladılar. 1850'de
Ticaret Kanunnamesi Osmanlı milletleri arasında, pratikte olmasa da hukuk
alanında, eşitligi sağladı. Islahat Fermanı (1856) bu eşitliği yeniden
onayladı, askerlik konulannda eşitlik yönünde adımlar atıldı. 1856'da Meclis-i
Vala-yı Ahkam-i Adliye'ye ve 1868'de Şura-yı Devlet'e Rum delegeler tayin
edildi. 1876'da Kanun-i Esasi'yi hazırlayan komisyonda da 2 Rum
delege yer aldı. 1864'te yeni ve ileri bir eyalet ve vilayet yönetimi.
1876'da da meşruti yönetim denendi ve aynı eşitlik vaatleri
tekrarlandı.
-
Ancak çağdaş
anlamda siyasal eşitlik çokuluslu Osmanlı Devleti içinde gerçekleşemedi.
70 yıl içinde eşitliği sağladığını ilan eden reformların dört kez yürürlüğe
konması, bu reformların eşitliği bir türlü sağlamadığını gösterir. Eşit
yurttaş kavramı toplumun Müslüman kesimi tarafından benimsenmedi ve pratiği
uygulamaya konamadı. Girişimler her seferinde bir süre sonra tavsadı
ve eski uygulamalara dönüldü. Ancak İstanbul Rumları bu gelişmelerden, gene
de büyük yarar gördüler.
-
Rumların Altın
Devri
-
-
Yunan ihtilalinin
yankıları dindikten ve Tanzimat - Islahat Fermanı gibi reformlardan sonra,
19. yy'ın ortalarından başlayarak 1908'e kadar olan özellikle Yunan
devletinin genişleme eğilimleri sergilemediği yıllarda, Rum cemaati en
parlak dönemini yaşadı, devletin güvenini yeniden kazandı ve özellikle
Batılı devletlerin ticaret işlerinde aracılık yaparak zenginleşti.
Osmanlı Batı'nın Pazar ekonomisi yörüngesine girdiği 19. yy'da özellikle
1838'de İngilizlerle imzalanan antlaşmadan ve Batı sermayesinin girmesinden
sonra (1855, 1858, 1860 yıllarındaki devlet kredilerinden sonra), Rumların
bir kesimi tüccar, İngiliz ve Fransız tüccarların komisyoncuları, aracıları
ve banker (sarraf) olarak önem kazandılar. II. Abdülhamid döneminde
(1876-1909) Leonidas Zarifis, Hristakis Zoğrafos gibi bankerler devlete
kredi verir konumdaydılar. Diğer ünlü bankerler arasında Evgenidis,
Stefanovik Skilitsis, Mavrokordatos, İlyaskos vardı. İşadamları olarak da
Simeon Siniosoğlu, Yorgos Hrisovergis, İoannis Haritonidis, İosifakis
Eksercis gibi kimseler ün yapmıştı. Aynca kimi Rumlar hekimlik, mühendislik,
avukatlık, ögretmenlik alanlarında da önemli mevkiler elde ettiler. Avrupa
kökenli şirketlerde önemli idari görevler üstlendiler. Kalifiye işçi
statüsünde olan işçiler de genellikle Rumlardı.
-
-
Kültürel
Gelişim
-
Rumlar bu dönemde
çok geniş ve etkili bir kültür ve eğitim gelişmesi sergilediler. 1870'lerde
İstanbul'da 26 dernek (silogoi) kurulmuştu. Bunların en önemlisi 1861'de
kurulan ve bir eğitim bakanlığı gibi yoğun bir çalışma içine giren
Elinikos Filoloyikos Silogos Konstantinopoleos'tu. Bu yıllarda 105
okulda 15.000 öğrenci eğitim görüyordu. 1844'te Heybeliada Ruhban Mektebi
kuruldu, 1875'te Zappas'ın parasal yardımıyla Zappion Kız Lisesi, 1881'de
Zarifis ve başka zenginlerin yardımıyla Fener Lisesi (Megale tou Genous
Schole), 1890'da banker Zoğrafos'un yardımıyla Beyoğlu'nda Zoğrafyon Rum
Erkek Lisesi inşa edildi. 1892'de gene Heybeliada'da Ticaret Okulu, 1909'da
Beyoğlu'nda Dil ve Ticaret Okulu kuruldu. Gene Beyoğlu'nda Hacihristos'un
Lycee'si, Kendrikon Kız Lisesi, Ayia Triada, Ayios Konstantinos-Ayia Eleni
kiliseleri kurulmuştu. Bu dönemde kilise inşa etme yasağı da kalktı.
-
Cemaat parasıyla
inşa edilen hayır kurumları da vardı. 40 kadar binadan oluşan
Balıklı Rum Hastanesi 1753'te hizmete girdi. 1853'te Büyükada'da
yetimler evi kuruldu. Rumların yoğun olarak yaşadıkları Tatavla'da
19. yy'ın sonlarında bir spor kulübü ve müzik derneği kuruldu.
1906'da "Ara Olimpiyat Oyunları" şampiyonu olan Yorgo ve Nikolas
Alibrantis kardeşler bu spor kulübünden idiler.
-
Kimi Rumlar önemli
devlet görevleri üstlendiler. Stavrakis Aristarhis ve Spiridon
Mavroyenis (Marko Paşa) II. Abdülhamid'in kurduğu Kanun-i Esasi hazırlama
komisyonuna girdiler. Aleksandros Mavroyenis Viyana'ya, İoannis
Aristarhis Berlin'e, Grigoris Aristarhis Washington'a elçi
olarak gönderildi. Konstantinos Muruzis Atina'da elçi oldu; 1869'da Paris
Kongresi'nde, 1871'de Londra'da Osmanlı Devleti'ni temsil etti.
Aleksandros Karateodoris (1833-1906), Roma'da elçi olarak bulundu ve 1878'de
Berlin Kongresi'nde Osmanlı Devleti'ni temsil etti. K. Musuros 1840-1848
arasında Osmanlı çıkarlarını Atina'da elçi olarak etkili bir biçimde savundu.
Bu Rumlar, Atina merkezine bağlı olmayan, kendilerini Osmanlı Devleti'yle
özdeşleştiren kesimdendi.
-
Bu zengin ve etkin
Rum cemaati içinde kültür düzeyi yükseldi. Kitap basımı hızlandı,
Moliere ya da Aishilos'un yapıtlarını sahneye koyan tiyatrolar ortaya
çıktı. Bu gelişmelerin etkileri Patrikhane'de de görüldü. 1862'den
başlayarak patrik, ruhanilerle sivillerin bir arada oluşturdukları meclis
tarafından seçilmeye başlandı.
-
Bu durum toplumsal
yapılanmaya da yansıdı. İstanbullu Rumların 8 üyesini seçtiği 12 üyeli
Sürekli Cemaat Karma Meclisi, Kutsal Sinod'la birlikte din işlerini
yürütmeye başladı. Üç yeni semtte, Galata, Beyoğlu ve Tophane'de,
Rumların nüfusu l00.000'e vardı. 1880'lerde İstanbul Rumlarının
nüfusunun, İstanbul'a yeni göçlerden sonra yaklaşık 200.000 kadar olduğu
tahmin edilmektedir. Beyoğlu, Rumların en yoğun bulundukları ticaret ve
kültür alanlarından biri oldu. Bu yıllarda 80'den çok kilise, 500 ayazma
dindarlara hizmet sundu.
-
Rumlar, özellikle bu
dönemden başlayarak İstanbul'a Batı yaşam biçimini getirdiler.
Burjuva sınıfına özgü ölçülü bir lüks, geleneksel kurallara karşı çıkan
kadınlı erkekli modern bir eğlence biçimi, daha serbest kadın-erkek
ilişkileri, Batı tipi giyim, yabancı dillere verilen önemle, İstanbul'un
Levantenleri ve yabancı uyruklu kimseleriyle birlikte kente kozmopolit
havasını verdiler.
-
Fener Yöresi
-
Fener yöresi bu
yıllarda önemini kaybetti ve yalnız Patrikhane'nin geleneksel semti olarak
yaşamını sürdürdü. Fener Lisesi ve Yoakimyon Kız Lisesi Fener'in önemli
kurumlarındandı. Rumların belki ilk (ve herhalde son kez) politik ve
ekonomik isteklerini dinamik ve demokratik bir biçimde dile getirmeleri bu "parlak"
dönemin son günlerinde oldu. Büyük bir katılımla gerçekleşen politik
protesto yürüyüşü 1908'de görüldü. Gizli İstanbul Örgütü'nün yönettiği
Politik Dernek (Politikos Sindesmos) 30.000 kadar Rumla Galatasaray'dan
Babıali'ye yürüyüp milletvekili seçimlerindeki yolsuzlukları protesto etti.
-
-
Atina-İstanbul
Merkezleri:
-
Yunan devletinin
kuruluşundan sonra Yunanca konuşan Hıristiyan Ortodoks halk iki merkez
arasında kalmış oldu.
Atina bir ulusal
merkezdi; İstanbul'daki Patrikhane ise ruhani bir merkez.. Bu ikilik
bugüne dek kesintisiz süregelmiştir. Atina ulusal çıkarlar adına tüm
Yunanlıların lideri olmaya çalışırken, Patrikhane tüm Ortodoksların lideri
konumunu sürdürmek istemiştir. Bu mücadele çerçevesi içinde kimi zaman Yunan
devleti yöneticileri devlet sınırlarını genişletmeye çalışırken (Megali İdea
örneği) Patrikhane böyle bir davranışın Ortodoksları böleceğini savunmuştur.
-
-
Ulusçu
çatışmalar
-
-
19. yy'ın sonunda
Türk milliyetçiliğinin ideologları Osmanlı Devleti içinde etkin olmaya
başladılar. Böylece Yunan milliyetçiliğine karşı ortaya yeni bir güç çıktı.
I ve II. Balkan savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı olarak bilinen
Türk-Yunan Savaşı hem ulusçu ideolojinin bir sonucu, hem de ulusçuluğu
körükleyen politik gelişmelerdi. Osmanlı Devleti'nin güçten düştüğü,
dağılmaya doğru bir gelişme sergilediği ve İstanbul Rumlarının güç kazandığı
19. yy'ın sonları ile 20. yy'ın başında, Yunan ulusçuluğu ve yayılmacı
eğilimleri doruğuna ulaştı. Megali Idea olarak dile getirilen bir
Büyük Yunanistan düşü bu yıllarda Rumlar arasında güç kazandı.
İstanbul'daki okullar, dernekler, gazeteler ve genel olarak cemaatin
büyük bölümü, bu ulusçu amaç doğrultusunda çalıştı.
-
Rumlar, ekonomik ve
kültürel gelişmelerine güvenerek nüfus ve güçlerinin üstünde amaçlar peşinde
koştular. Yunan ulusçuluğu, bir tür tarihsel hak iddiası ile, Yunanlıların
azınlıkta oldukları Osmanlı yörelerine de göz dikti ve Yunan devleti
egemenliğini, tüm Yunanlıları kapsayacak biçimde yaymak istedi.
-
Osmanlı
yöneticileriyle Rum cemaati arasındaki ilişkiler, Jön Türkler'in (İttihad ve
Terakki'nin) 1908'de iktidara gelmesiyle bozuldu. Rumlar (ve genellikle
öteki gayrimüslim cemaatler) muhalefetin (Hürriyet ve İtilaf Fırkası gibi)
yanında yer aldı. Merkezi ve milletlere özerklik tanımayan bir politikaya
karşı olan ve liberal ekonomik anlayışıyla Rumların ekonomik çıkarlarına
daha yakın düşen Prens Sabahaddin'i tuttular. Vasilaki Musuris-Gikis 1902'deki
Jön Türk kongresinde Rum grubun başkanı, 1908-1909'da Kamil Paşa hükümetinde
posta-telegraf nazırı idi, Prens Sabahaddin'in de yakını ve azınlıklar
konusunda danışmanıydı.
-
İttihad ve Terakki,
Rum cemaati ile anlaşmaya çalıştı. A. Mavroyenis'i Viyana'ya elçi gönderdi,
Rum milletvekili sayısının artmasını önerdi. Ancak 1908'deki 26
milletvekilinin çoğu, muhalefetten yana tutum aldı. 1912 seçimlerinde
lttihad ve Terakki (ve bu partiye bağlı 15 Rum milletvekili), seçimleri
kazandı, muhalefet ve onlarla birlikte Rumlar büyük bir yenilgiye uğradılar.
1913'ten sonra artık Rum nazır atanmadı.
-
Balkan Savaşı ile ve
özellikle 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti ile Yunanistan'ın farklı
ittifaklarda yer almış olmaları sonucunda gerilim arttı. Rumlar yabancı bir
devletin yandaşları gibi algılandılar. Trakya, Karadeniz ve Ege
bölgelerinde Rum cemaatler yaşadıklan yerlerden Anadolu'nun içlerine
sürüldüler. 1914-1918 arasında amele taburları oluşturuldu; Rum
erkekler pratikte bir tür toplama kampı olan bu özel taburlarda toplandı.
Kasım 1915 tarihli yasayla kıyılardan Anadolu'nun içlerine doğru tehcirler
devam etti.
-
1. Dünya Savaşı
yıllarında Rum tüccar ve işyerlerine boykot kampanyaları başlatıldı ve genel
olarak Rumlara karşı ekonomik alanda zorluklar yaratıldı. İslamcılık ve
Osmanlıcılık gibi ideolojik çözümler uygulanamayıp gözden düştü.
-
Balkan Savaşı
yıllarında, bu savaşların neden olduğu ve Balkanlar'dan Anadolu'ya doğru
olan Müslüman nüfus akımının ve Anadolu Rum nüfusunun tehciri ortamında, ilk
kez Türk- Yunan (ya da Müslüman-Rum) nüfusun mübadelesi gündeme geldi.
Ancak taraflar özellikle tazminatlar ve mübadeleye tabi halkın servetleri
konusunda herhalde anlaşamadıkları için bu mübadele o yı1larda
gerçekleşemedi. 1. Dünya Savaşı'nın patlamasıyla bu girişim bütünüyle,
1923'e dek unutuldu. Ama o yıllarda, hem Yunan hem Türk tarafının tek uluslu
devlet modeline sıcak baktıkları anlaşılmaktadır.
-
1918-1922 arasında
Patrikhane de Yunan yayılmacı politikasının yörüngesine girdi. 25 Ekim
1918'de Patrik Yermanos Kavakopulos istifaya zorlandı ve yerine göreve
atanan Doroteos yeni bir politika izledi. Bu yıllarda Patrikhane politik
girişimlerle Yunan politikasını ve Megali İdea diye bilinen geniş Yunanistan
düşüncesini destekledi. 16 Mart 1919'da kiliselerde Yunanistan'la birleşme
isteği dile getirildi ve bu tarihten sonra Osmanlı yönetimiyle ilişkilerden
kaçınıldı.
-
İstanbul Rumları 1.
Dünya Savaşı'nın sonunda İstanbul'un işgali döneminde, Türk halkını tedirgin
edecek denli Yunanistan'dan yana gösterilerde bulundu ve yakınlığı dile
getirdi. Kimi İstanbullu Rum, Yunan ordusuna katılıp Anadolu'da savaştı.
Bundan sonra, ulus olarak iki ayrı kampa ayrılan Rumlar ile Türkler arasında
karşılıklı olarak güvensizlik, kuşku ve düşmanlık duyguları yer etti.
-
Bu yıllarda taraflar
ve genellikle sıradan halk, büyük zorluklarla karşılaştı, acılar tattı.
Sıcak savaş ortamı her türlü vahşeti ''geçerli'' kıldı.
Türk-Rum mücadelesi Anadolu'da ve Trakya'da 1925'te tamamlanan nüfus
mübadelesiyle sonuçlandı. Anadolu'dan Yunanistan'a bu yıllar boyunca
1-1,5 milyon olduğu tahmin edilen bir nüfus kayması görüldü, Türkiye'ye
ise yaklaşık 600.000 muhacir geldi.
-
Etnik arındırma
böylece resmen uygulanmış ve onaylanmış oldu. olan işçiler de genellikle
Rumlardı.
-
-
Cumhuriyet
Dönemi
-
İstanbul Rumları ve
Patrikhane (ve Batı Trakya Türkleri, genel olarak Müslümanlar) mübadelenin
dışında bırakıldılar. Bunun nedeni açık bir biçimde dile getirilmemiştir.
Mamafih iki neden akla gelmektedir: Birincisi Patrikhane geleneğini (dinsel
ve kültürel bir amaçla ya da politik art niyetle) sürdürmek isteyen
Hıristiyan ve özellikle Hıristiyan Ortodoks dünyanın bir ''cemaat''e
gereksinim duyması ve bu yönde ağırlığını koyması, ikincisi İstanbul
Rumlarının mallarının yüksek değeri yüzünden tazmin edilmesinin zorluğu.
-
Resmi devlet
istatistiklerine göre 1924'te l.000.000'luk İstanbul'da 280.000
Rum vardı; Rumlann bir bölümünü 1914-1922 arasında kente sığınanlar
oluşturuyordu. 1927'de bu sayı 90.000'e düştü. Aynca 26.000 de
Yunan uyruklu Rum vardı. 1934'teki bir değerlendirme 73.000 Rum ve
mübadeleye dahil edilmeyen 30.000 Yunan uyruklu Ortodoksun İstanbul'da
yaşadığını göstermiştir. Rumlann nüfusu Cumhuriyet döneminde sürekli bir
düşüş izlemiştir. 1994'te sayılan toplam İstanbul nüfusunun binde birinin
çok altındadır.
-
Bu dönemde Rumların
yasal statüleri çelişki içeren iki temele dayandırılmıştır. Lozan
Antlaşması'nın azınlıklarla ilgili 37-44. maddelerine göre eğitim, din, dil
konularında özel hakları olan bir azınlık statüsündeydi; aynı zamanda
da (özellikle Medeni Yasa'yla ilgili 42. maddenin 1926'da uygulanmasına son
verilmesinden sonra) bütün Türkiye uyruklular gibi eşit yurttaş
konumundaydılar.
-
İlişkilerin iyi
olduğu dönemlerde (örneğin 1930-1940, 1947-1954, 1959-1964, 1967-1971 gibi)
göreli bir özgürlük ve refah dönemi yaşanırken, iki ülke ilişkilerinin
bozulduğu yıllarda (1922-1929, 1955-1959, 1964-1967, 1972-1980 gibi)
baskılar altında kaldılar. 1955, 1964, 1974 sonrasında göçün ve nüfus
azalmasının bu kriz dönemlerinde hızlandığı gözlendi.
-
Atatürk Dönemi
-
Özellikle 1930'larda
gerçekleşen Türk- Yunan yakınlaşması sonucunda Rumların yaşam koşulları
olumlu yönde düzeldi. Anadolu 'yu ziyaret etmek için izin almak gerekliliği
kalktı; Rumların ''etablis'' statüsünde olmayan çocuklarının ve eşlerinin
İstanbul'a gelmelerine izin verildi ve TBMM'de bir Rum milletvekili yer aldı.
Rumlar tarafından ''Atatürk dönemi'' olarak algılanan bu dönemde ''yurttaş''
kavramı ve Atatürk sevgisi Rumlar arasında çok yaygındı.
-
Ancak genel olarak
Cumhuriyet döneminde Rumların eşit yurttaş konumunda bulunmaları, örneğin
memur ve yüksek memur statüsünde olmaları, askeri okula alınmaları ve subay
olmaları, yani güvenilip devlet yönetimine katılmaları kısıtlandı. Zaman
zaman kimi çevrelerce bu azınlık grubuna karşı Türk Ocakları tarafından ''Vatandaş
Türkçe konuş'' kampanyaları, Patrikhane'ye karşı Papa Eftim (Türk Ortodoks)
hareketinin desteklenmesi gibi taciz politikaları uygulandı. Rum azınlığa
karşı resmi konumda olan uygulamalar da oldu.
-
II. Dünya Savaşı
yıllarında 18-45 yaş arasındaki Rum erkekler askere alınıp 5.000 kişilik
gruplar halinde Anadolu'ya çalışma kamplarına gönderildiler. İşçi Alayları
ismindeki bu özel birimlere alınan ''askerler''e silah verilmeyip
angaryalarda çalıştırıldılar.
-
Varlık Vergisi
-
1942'de
gayrimüslimler aleyhine çalıştırılan Varlık Vergisi yasasıyla Rumların
servetlerine el konuldu. Mahalli düzeyde oluşturulan ''takdir komisyonları''nca
ve itiraz hakkı olmadan belirlenen vergilerin 15 gün gibi kısa bir süre
içinde ödenmesi istendi. İflaslar kaçınılmaz oldu; mülk ve eşyalar yok
pahasına elden çıkarıldı ve Türklerin eline geçti. Rum cemaati toptan bir
ekonomik yıkıma ugradı. Vergilerini ödeyemeyenler Aşkale'ye toplama
kamplarına sürüldü. II. Dünya Savaşı'nın Almanlar aleyhine döndüğü 1943
başlarında Varlık Vergisi uygulamasından vazgeçildi.
-
Rahat Bir
Nefes
-
1945-1954 arası
Rumlar için kısa ama rahat bir dönemdi. NATO çerçevesi içinde iki ülkenin
yakınlaşması ve yumuşayan uygulamalar sonucunda, Rumlar geleneksel ticaret
faaliyetlerini sürdürebildiler, cemaat içindeki dayanışma ve yardımlaşmadan
da kaynaklanan koşullarla, İstanbul halkının ortalamasının üstünde bir yaşam
düzeyi sağladılar ve 23 ilkokul ve 5 liseli eğitim kurumları, spor ve kültür
dernekleriyle yaşamlarını düzenlediler.
-
Yeni Göçleri
Başlatan Tarih: 6-7 Eylül 1955
-
-
Yunanistan'ın Kıbrıs
politikasını protesto etmek isteyen ''nümayişçiler'' tarafından, 6- 7 Eylül
1955 gecesi Rumların işyerleri, evleri yağma edildi, 73 kilise tahrip edildi
ya da yakıldı. Kimi semtlerde 200'e yakın ırza geçme olayı ve kundaklamalar
oldu, bir papaz yakıldı, mezarlıklar tahrip edildi.
9 yıl sonra, 1964'te gene Kıbrıs anlaşmazlığı yüzünden Türkiye, Yunan
uyruklu Rumların oturma iznini yenilememeye karar verdi. Birkaç ay içinde
8.000 Rum Türkiye'yi terk etmek zorunda kaldı. Ancak bu kimselerin çoğunun
eşleri ya da yakınları Türk uyruklu olduğundan İstanbul'dan ayrılan Rumların
sayısı 15.000'i aştı.
-
Son büyük göç 10 yıl
sonra 1974'te Kıbrıs çıkartması sonrasında, savaşın doğurduğu heyecan ve
ulusçu coşkunun Rumlar arasında doğurduğu panik yüzünden oldu.
-
Bugün
-
Nüfusun azalış
hızına bakıldığında, 21. yüzyıl başlarında İstanbul Rumlarının tarih konusu
olacağı öngörülebilir.
Bugün İstanbul
Rumlarının sayısı 3.000 kadardır. Rum cemaatin en üst kurumu olan
Patrikhane'nin geleceği de, bir yandan cemaatin azalması, öte yandan kimi
çevrelerce kuşkuyla bakılması yüzünden, pek parlak sayılmamaktadır. Yakın
geçmişteki Rumlar, daha uluslararası ve Batı'ya açık kozmopolit bir
İstanbul'u anımsattıkları derecede, günümüzde nostaljik bir atmosfer içinde
gündeme gelmektedirler. Rumlarla ve ulusçu çatışmalarla ilgili hoş olmayan
anılar genellikle unutulmuş, tavernalı, şakrak şarkılı yanları ise
anımsanmaya başlanmıştır. Rumlar adeta İstanbul tarihinin geride kalmış ''hoş''
bir sayfası gibidir.
-
Eski bir Rum kasap
havasının sözleri, gittikçe daha az işitilen dilde, yüzyıllarca sürmüş olan
bu süreci özetler gibidir:
Sto Galata tha pyo krasi,
sto Pera tha methiso |
Şarap içtim Galata'da,
sarhoş oldum Pera'da |
Ke mesasto Yedikule, kopela
thagapiso |
Bir kız sevdim Yedikule'de |
Ehe ya Panaya, ta milisame |
Hoşça kal Meryem Ana, bu
bir sohbetti |
Oniro itane, ta lismonisame. |
Bir rüya idi, unuttuk gitti. |
|
Iraklis Millas
"Geçmişten Bugüne Yunanlılar"
| |
|