Senden özür
diliyorum kardeşim İspiro Avgidi
Taraf
- Istanbul - 04.09.2008
CEM ALTIPARMAK
Mallarına, mülklerine, vakıflarına el koyduğumuz kardeşlerimizden
özür dilemeliyiz. Dilini, kültürünü, düşüncesini, inancını/inançsızlığını
yaşamasına izin vermediğimiz kardeşlerimizden özür dilemeliyiz.
Benim özrüm yetmeyecektir ama genede kabul edin bay İspiro Avgidi.
Geçtiğimiz ağustos ayı ortalarında Gökçeadalı Rum Hıristiyanlar,
Paskalya Bayramı'nı kutladılar. Hıristiyan inanışına göre Paskalya,
Hz. İsa'nın son yemeğini, günahkâr insanoğulları için kendisini feda
edişini ve yeniden doğuşunu simgelemekte.
Son
yıllarda oldukça cazip bir turistik gezi mekanı haline gelen adada,
Rumlar, kendilerinden kat be kat fazla sayıdaki yerli turistler ve
yerleşiklerle birlikte bir bayramı daha geride bıraktılar.
Bu
bayramda da yine, Türkiye'de azınlık olmanın gerçekte ne anlama
geldiği üzerinde çok da düşünmeden, Rum-Türk kardeşliği üzerine
bayat edebiyat tiratları attırdık. Sinemaları, yağ fabrikaları,
dükkânları ve 6-7 bine yaklaşan nüfusuyla bir zamanlar Türkiye'nin
en büyük köyü olan Dereköy'ün ve adadaki diğer Rum köylerin bugün
niye birer hayalet köye dönüştüğünü, kadastro geçtikten sonra Rum
köylülere ait yerlerin nerdeyse yüzde 70'inin nasıl olup da hazine
adına kaydedilebildiğini sorgulamaya gerek duymadık? Ve hep
kafamızın bir yerinde, alenen söylemeye utandığımız, karanlık bir
düşünce: "şu eski Rum evlerinden birini de biz kapatsak..."
şeklinde. Fakat biz her şeye inat adada kalmayı başarabilmiş 500
kadar Rum'u, birer 'Souvenir' edasıyla pek çok sevdik.
TÜRKİYE
LOZAN'I DİKKATE ALMIYOR
Ülkenin geleceğini düzenlemekle iştigal edenler tarafından pek dile
getirilmek istenmese de Gökçeada Rumları'nın Lozan Sözleşmesi'nin
14. Maddesi'nden kaynaklanan haklarının kullanımına dair
düzenlemeler, Avrupa müktesebatı temelinde tartışılmaya başlanacak
ve işte o zaman azınlıkların gerçek kardeşlerinin kimler olduğu
ortaya çıkacak.
Yaşanacak bu tartışmalar neticesinde muktedirlerin tercih edeceği
yol, azınlıkların bir kez daha biz 'günahkârlar' için kendilerini
feda edişlerine ya da gerçekten eşit ve özgür vatandaşlar olarak
yeniden doğuşlarına tanıklık etmemize yol açacak.
O
zamana kadar bizlere düşen, unutturulmaya çalışılan ve üstü kolpacı
bir kardeşlik edebiyatıyla tütsülenen kötü bir geçmişi,
unutturulmaya inat, tekrar ve tekrar hatırlatmaktır ki tercih günü
geldiğinde bir kez daha tarihin aynı karanlık durağında inmek
zorunda kalmayalım.
Şimdi size bu 'kardeşlik' edebiyatının bir mağdurundan: İspiro
Avgidi'den bahsetmek istiyorum. İspiro Avgidi, İmroz'un Geliki
Köyü'nden. Kendisiyle hiç tanışmadım. Sesini hiç duymadım. Bu hayatı
nasıl yaşamış, hâlâ yaşıyor mu bilmem. Ne var ki terkedilmiş bir
evin yıkıntıları içinde bulduğum, ismine gönderilmiş 40 yıllık bir
tebligat zarfı, zarfa iğnelenmiş bir tarla planı, bir tutanak ve bir
kamulaştırma kararı, bu topraklarda azınlık olanların acıklı
hikâyesine işaret ediyor.
İMROZ'U
BİLİR MİSİNİZ
'İmroz
neresidir ki?' diyenlere söyleyeyim: Rum nüfustan yeterince
arındırdığımıza kanaat getirip, 1979 yılında çıkartılan bir
kararname ile 4 bin yıllık tarihî adını 'Gökçeada' olarak
değiştirdiğimiz adamızın gerçek ismidir. Hani şu Türkiye'nin
Batı'daki en son noktası; 'eritme programı'yla, kapatılan Rum
okullarıyla, ormanlık alan diye el konulan otlaklarıyla, canlı
hayvan ve etin ada dışına satışının yasaklanmasıyla, adanın tarıma
elverişli 5 milyon 228 metrekare alana sahip üç ovasının 'kamulaştırılarak',
ikisinin üstüne devlet üretme çiftliği, birisinin üstüne yarı açık
cezaevi kurulmasıyla, özgürlüklerinden mahrum edildikleri yetmezmiş
gibi adalıları huzursuz etme planının bir parçası haline getirilip,
ada köylerine 'dolaşmaya' salınan mahkûmlarıyla ve daha
niceleriyle, zalim soğukkanlılığımızın son noktası...
İspiro Avgidi de bu programdan nasibini alıp, 1967 senesinde tarlası
istimlâk edilenlerden. Yani 40 yıl önce bin 20 metre kare tarlası
bir 'bedel' karşılığında kamusallaştırılmış bir vatandaşımız.
Bu ülkenin ağabeyleri, tarımdan, hayvancılıktan başka geçim kaynağı
olmayan, ismi, dini, etnik kökeni farklı olsa da bu toprağa aynı
vatandaşlık hakları ile bağlı bir kardeşinin malını bedelsiz işgâl
edecek değil ya! Hiç esirgememişler, basmışlar parayı; metre karesi
35 kuruş çarpı bin 20, al sana helâlinden 357 lira İspiro Kardeş!
40
yıl önce 35 kuruş iyi paraydı diyecek olanlara, 1967 yılının
fiyatlarından biraz örnek vereyim isterseniz: 620 gram ekmek 70
kuruş, bir kilo pirinç 250 kuruş, bir çalı süpürgesi 450 kuruş, bir
çift ayakkabı 50 lira, kömür sobası 200 lira, radyo 450 lira...
İşte böyle kamulaştırıldı İmrozlular'ın tarlaları... Böyledir
işte bu toprakların 'kardeşlik edebiyatı'. Bu edebiyattan
bizim gibilere düşen ise hafızasızlıkla malûl bir 'hoşgörü',
ağlamaklı bir 'sen de gitme' söylemi oluyor ne yazık ki. Oysa
bu coğrafyanın azınlıklar için yeniden bir cehennem olmasını
istemiyorsak, keskin bir hafıza gerekiyor bize, tam da bu
toprakların çocuklarına.
ÖZÜR DİLEMEK YETMEZ
'Canım biz de çok
ziyanlık çektik, zamanında çok zulüm gördük, milyonlarca insan göç
etti Balkanlardan, şuradan buradan' diyenlere, her halkın kendi
zaliminden mesul olduğunu hatırlatarak, özür dilemeye başlamalıyız
bir an önce. İçtenlikle özür dilemeliyiz. Bir karşılık beklemeden
özür dilemeliyiz. Özür dilemenin gerçekte ne manaya geldiğini
bilerek özür dilemeliyiz.
Çöllere sürdüğümüz,
yollarda, bellerde, dere yataklarında yok ettiğimiz, kaybettiğimiz
kardeşlerimizden özür dilemeliyiz. Mallarına, mülklerine,
vakıflarına el koyduğumuz kardeşlerimizden özür dilemeliyiz. Dilini,
kültürünü, düşüncesini, inancını/inançsızlığını, cinsel yönelimini
yaşamasına izin vermediğimiz kardeşlerimizden özür dilemeliyiz.
Metre karesine yarım ekmek fiyatı ödeyerek, tarlasını elinden
aldığımız İspiro Avgidi'den özür dilemeliyiz.
Benim
özrüm yetmeyecektir ama; sizden özür diliyorum bay İspiro Avgidi...